Çoğu zaman hepimiz hayatlarımızdan
şikayet ederiz. İşimizden şikayet ederiz mutlaka daha iyisini hak ediyoruzdur
çünkü ama değerimiz bilinmiyordur. İlişkimizin “olmasından” ve “olmamasından”
şikayet ederiz ilişki bağlılıktan bağımlılığa dönüşmüştür yalnızlığımızı
özleriz, yalnız kaldığımızdaysa hayatta hiçbir şeyin tadı yalnız çıkmıyor der
hayata küseriz. (kabul ediyorum bu sonuncuyu genellikle biz kadınlar yapıyoruz.
J) Hayatın
monotonluğundan sıkılırız ama değiştirmek için hiçbir gayret göstermeyiz... Hep
başkalarının hayatlarına bakar onlara özenir, sahip olamadıklarımızı isteriz ve
Tanrı’nın ve/veya Evrenin bize vermedikleri için makus talihimize söveriz.
Hayat kimlere kimlere neler vermiştir...
İşte tam da bu anda Amor Fati devreye
girer ve “Yazgını Sev” der... Amor Fati, Yazgıya teslim olmayı değil, zorunlu
olanı kabullenme özgürlüğüne vurgu yapar.
Çeşitli yazarların tarih boyunca
bu konu da benzer yorumları olmuştur.
“Yaşamı “Evetlemek” en üst
düzeyde olumlamak” der Nietzsche.
“Hayatta yaşadıklarımız, daha
önce bir yerlerde mutlaka yaşanmış olan ve döngüsel olarak devam eden şeylerdi
ve bu gerçek hiçbir zaman değişmeyecekti.” Yani evren yaşanan şeylerin basit
bir tekrarından ibaretti. Evrensel döngüselliğe tepki gösterir ve Amor
Fati’ye ulaşır.
Albert Camus : Sisifos’u
kullanarak felsefesini açıklar.
Tanrılar tarafından bir kayayı
dağın tepesine çıkartmakla ancak kayanın her seferinde tekrar aşağıya
düşmesiyle korkunç bir kısır döngünün içine atılmakla cezalandırılan Sisifos
aslında her şeyin bilincindedir. Ve bu bilinç onun özgürlüğüdür.
Yani Sisifos,
değiştiremeyeceği yazgısını kabullenerek Amor Fati’ye ulaşır. Yazgısına teslim
olmaktansa onu kendisinin kılar. Kayası kendi nesnesidir.
Bahsi edilen şey yazgıya meydan
okumaktır daha çok… Camus’ye göre Sisifos, kayaları kaldıran tanrıları yadsıyan
üstün sadıklığı öğretir. Bundan böyle efendisiz olan bu evren ona ne kısır
görünür ne de değersiz. Ve Ezici gerçekler tanındılar mı yok olurlar… Burada da
Sisifos’u mutlu olarka tasarlamak gerekir.
O halde Amor Fati bir özgürlük kuramıdır. İnsana kendi yazgısını
değiştiremese de onu sahiplenme özgürlüğünü tanımaktır.
Dostoyevski (Cinler) Kirilov oldukça ileri gider ve yazgısını
kendi eline almayı intihar etmeye vardırır. Çünkü böylece kendisinin Tanrı
olacağına inanır.
Albert Camus’nün Yabancı Romanında başkahraman Meursault
gereksiz ve anlamsız yere bir cinayet işler ve işlediği cinayetten hiçbir
pişmanlık duymaz çünkü Sisifos veya Kirilov gibi o da kendi yazgısını sever ve
onu kendisinin kılar.
Benim içinse Amor Fati, sahip
olduklarından şikayet edip, sahip olamadıklarına özenmektense, yazgını yani
yaşamın, evrenin, Tanrı’nın sana verdiklerini, senin olanı kabul etmek ve
elindeki ile mutlu olabilmeyi başarabilmek anlamına geliyor... Belki de bu en
büyük özgürlük olabilir. Birine veya bir şeye sonunu görmeden özenmek yerine, bize sunulanın
bizim için en iyisi olduğuna inanmak, olduğu gibi kabul etmek “makus” dediğimiz
kaderimize en büyük baş kaldırış olabilir. Gerçekten mutlu olabilmenin belki de
en kestirme yolu budur... Belki de bugün en kötü dediğimiz şey zamanı
geldiğinde en iyisiymiş diyeceğimizdir.
Ne yalan söyleyeyim “Amor Fati” ile
ilk karşılaştığımda uzun zaman tam olarak ne anlatmak istediğini sorguladım,
hayatımda her şeyin gerçekten kötü gittiği ve bunun için her gece Allah’a isyan
ettiğim ve bugün ölsem gözüm arkada kalmaz dediğim bir dönemdi... Şimdi ne mi
değişti? Hiçbir şey... Hayır bir mucize olmadı hala aynı zorluklarla devam
ediyor hayatım.. Sanırım tek değişen bakış açım oldu ve bu da çok uzun zamandır
sahip olamadığım huzura kavuşmamı sağladı ve sanırım şimdi daha özgürüm, kendi
kendime vurduğum prangalarımdan kurtuldum.
Yazgını, sana verileni sevmek ve
olduğu gibi kabullenmek... Yargılamadan,
sadece bakarak, görerek, hissederek sana sunulanı, sende olanı kabul etmek. Ve
o anda elinde her ne varsa sadece onunla o anda yapabileceğinin en iyisini yapmaya
çalışmak... Ben deniyorum. Sizlere de tavsiye ederim...
Sevgiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder