11 Temmuz 2017 Salı

Amor Fati… Yazgını Sev…



Çoğu zaman hepimiz hayatlarımızdan şikayet ederiz. İşimizden şikayet ederiz mutlaka daha iyisini hak ediyoruzdur çünkü ama değerimiz bilinmiyordur. İlişkimizin “olmasından” ve “olmamasından” şikayet ederiz ilişki bağlılıktan bağımlılığa dönüşmüştür yalnızlığımızı özleriz, yalnız kaldığımızdaysa hayatta hiçbir şeyin tadı yalnız çıkmıyor der hayata küseriz. (kabul ediyorum bu sonuncuyu genellikle biz kadınlar yapıyoruz. J) Hayatın monotonluğundan sıkılırız ama değiştirmek için hiçbir gayret göstermeyiz... Hep başkalarının hayatlarına bakar onlara özenir, sahip olamadıklarımızı isteriz ve Tanrı’nın ve/veya Evrenin bize vermedikleri için makus talihimize söveriz. Hayat kimlere kimlere neler vermiştir...

İşte tam da bu anda Amor Fati devreye girer ve “Yazgını Sev” der... Amor Fati, Yazgıya teslim olmayı değil, zorunlu olanı kabullenme özgürlüğüne vurgu yapar.

Çeşitli yazarların tarih boyunca bu konu da benzer yorumları olmuştur.

“Yaşamı “Evetlemek” en üst düzeyde olumlamak” der Nietzsche.

“Hayatta yaşadıklarımız, daha önce bir yerlerde mutlaka yaşanmış olan ve döngüsel olarak devam eden şeylerdi ve bu gerçek hiçbir zaman değişmeyecekti.” Yani evren yaşanan şeylerin basit bir tekrarından ibaretti. Evrensel döngüselliğe tepki gösterir ve Amor Fati’ye ulaşır.



Albert Camus : Sisifos’u kullanarak felsefesini açıklar.

Tanrılar tarafından bir kayayı dağın tepesine çıkartmakla ancak kayanın her seferinde tekrar aşağıya düşmesiyle korkunç bir kısır döngünün içine atılmakla cezalandırılan Sisifos aslında her şeyin bilincindedir. Ve bu bilinç onun özgürlüğüdür.

Yani Sisifos, değiştiremeyeceği yazgısını kabullenerek Amor Fati’ye ulaşır. Yazgısına teslim olmaktansa onu kendisinin kılar. Kayası kendi nesnesidir.

Bahsi edilen şey yazgıya meydan okumaktır daha çok… Camus’ye göre Sisifos, kayaları kaldıran tanrıları yadsıyan üstün sadıklığı öğretir. Bundan böyle efendisiz olan bu evren ona ne kısır görünür ne de değersiz. Ve Ezici gerçekler tanındılar mı yok olurlar… Burada da Sisifos’u mutlu olarka tasarlamak gerekir.

O halde Amor Fati bir özgürlük kuramıdır. İnsana kendi yazgısını değiştiremese de onu sahiplenme özgürlüğünü tanımaktır.

Dostoyevski (Cinler) Kirilov oldukça ileri gider ve yazgısını kendi eline almayı intihar etmeye vardırır. Çünkü böylece kendisinin Tanrı olacağına inanır.

Albert Camus’nün Yabancı Romanında başkahraman Meursault gereksiz ve anlamsız yere bir cinayet işler ve işlediği cinayetten hiçbir pişmanlık duymaz çünkü Sisifos veya Kirilov gibi o da kendi yazgısını sever ve onu kendisinin kılar.

Benim içinse Amor Fati, sahip olduklarından şikayet edip, sahip olamadıklarına özenmektense, yazgını yani yaşamın, evrenin, Tanrı’nın sana verdiklerini, senin olanı kabul etmek ve elindeki ile mutlu olabilmeyi başarabilmek anlamına geliyor... Belki de bu en büyük özgürlük olabilir. Birine veya bir şeye  sonunu görmeden özenmek yerine, bize sunulanın bizim için en iyisi olduğuna inanmak, olduğu gibi kabul etmek “makus” dediğimiz kaderimize en büyük baş kaldırış olabilir. Gerçekten mutlu olabilmenin belki de en kestirme yolu budur... Belki de bugün en kötü dediğimiz şey zamanı geldiğinde en iyisiymiş diyeceğimizdir.

Ne yalan söyleyeyim “Amor Fati” ile ilk karşılaştığımda uzun zaman tam olarak ne anlatmak istediğini sorguladım, hayatımda her şeyin gerçekten kötü gittiği ve bunun için her gece Allah’a isyan ettiğim ve bugün ölsem gözüm arkada kalmaz dediğim bir dönemdi... Şimdi ne mi değişti? Hiçbir şey... Hayır bir mucize olmadı hala aynı zorluklarla devam ediyor hayatım.. Sanırım tek değişen bakış açım oldu ve bu da çok uzun zamandır sahip olamadığım huzura kavuşmamı sağladı ve sanırım şimdi daha özgürüm, kendi kendime vurduğum prangalarımdan kurtuldum.

Yazgını, sana verileni sevmek ve olduğu gibi kabullenmek...  Yargılamadan, sadece bakarak, görerek, hissederek sana sunulanı, sende olanı kabul etmek. Ve o anda elinde her ne varsa sadece onunla o anda yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışmak... Ben deniyorum. Sizlere de tavsiye ederim...

Sevgiyle...

 

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Haz, Mutluluk ve Şükür... Peki gerçekten çok mu mutsuzuz? Yoksa yaşadığımız basit bir kavram kargaşası mı?


Mutluluk ruhun konusudur, haz ise beynin... Haz güzeldir ama anlıktır. Mutluluk ise sonsuzdur. Mutluluk kendi kendisini oluşturur. Haz ise dış etkenler tarafından tetiklenmek zorundadır. İnsan özünde bir ruhtur ve bu yüzden madde ile bütünleşmesi mümkün değildir. Madde senin parçan olamaz. Hayatın sana sahiplendirdiği şeyleri ruhuna yapıştırmak istersin ama  ne yaparsan yap yapıştırdığın her şey ruhunun üzerinden kayıp düşecektir...
İnsanın sahip olduğu madde ile bütünleşen tek yeri EGO’sudur. EGO başkalarının sahip olmadıklarını elde ettikçe sana mutlu olduğunuz telkin eder... Sen bu mutluluğu hissetmesen de o sürekli sana bunu söyler... Ve sen de mutluluğunu hep bir şeylere bağlı sanırsın... Terfi edersem mutlu olacağım, şu kadar param olursa mutlu olacağım, hayalimdeki o son model arabayı aldığımda mutlu olacağım, sevgilim olunca mutlu olacağım, 10 kilo verdiğimde mutlu olacağım... halbuki bunların hepsi kişinin egosunu besleyen anlık hazlardan ibarettir ve gerçek mutluluğun kaynağı olamazlar... Bir süre sonra bütün bunlara sahip olduğunda bile gerçekten mutlu olamazsın çünkü EGO görünmek, bilinmek ister. Sahip olduklarını başkaları görüp de iç geçirdiğinde hazzın doruk noktasına ulaşır...Bu sefer EGO başka oyunlar oynamaya başlar...
Mutluluk hazza koşullandırıldığı zaman beynin senden kendisini uyaracak yeni sinyaller beklemeye başlar. Sıkıntılısındır... Oysa ki gerçek mutluluk ruhun kendisini özgür ve güvende hissetmesidir. Hiçbir haz bu güvenlik duygusunu telafi edemez. Manevi koşulların olumsuz, maddi koşulların sonsuz olduğu hiçbir anda bu değişmeyecektir. Beynin senden seri halde yeni haz sinyalleri isteyecektir. Beynin aldığı haz sinyallerine alıştıkça artık etkilenmeyecek ve hazza dayalı mutluluğu sana sunamaz hale gelecektir. Beynine seri halde gönderdiğin sinyallerin artık sana istediğin mutluluğu vermediğini gördüğünde yapacak tek bir şey kalmıştır... Bir türlü mutlu edemediğin o beyne mutsuzluğunu unutturmak yani beynini uyuşturmak...
Çoğu zaman gazeteyi açtığımızda çok zengin, çok ünlü insanların ya da çok güzel kadınların yüksek dozda uyuşturucudan otel odasında ölü bulunduğu haberini okuruz. Bu yalnızca marjinal, çılgın bir yaşamın beklenen sonu mudur? Bir durup düşünmek lazım... Beyin konfora uyum sağlamış ve artık etkilenmemeye başlamıştır. Kişi mutsuzluğuyla başa çıkamamış ve altın vuruşla hayatına son vermeyi tercih etmiştir...
Peki ya şükür nedir?
“Allah'ım bana verdiğin nimetler için şükürler olsun...” Ağzından dökülen bu cümleyi aslında duyması gereken sadece sensin! Allah değil... Tanrı insanın üzerindeki nimetlerinin zaten farkındadır. Tanrı olmak nimetleri teşekkür beklemeksizin karşılıksız vermektir. Şükretmek Tanrı’ya teşekkür etmek değildir. Şükretmek mutluluğu elinde olmayanlarda aramamaktır. Şükretmek hemen şimdi elindekilerle mutlu olabilmektir. Şükretmek gerçek bilgeliktir. Şükretmek mutluluğun sırrıdır. Şükretmek koşulsuz mutluluk boyutudur...
Şimdi sor kendine, gerçekten mutsuz musun? Yoksa yaşadığın sadece basit bir kavram kargaşası mı?


Tanrım yaşadığımız bugün için şükürler olsun...

Sevgiyle...

 

6 Nisan 2017 Perşembe

Hayattan Ne Öğrendim?...




Yaşadığımız her yeni gün yeni bir şeyler keşfediyoruz, hayat her gün yeni bir yüzünü gösteriyor bize... Bazen hoşumuza gidiyor bazen acı veriyor öğrendiklerimiz. Ama öyle yada böyle illaki öğreniyoruz. Sanırım öğrenmeyi bıraktığımız an ancak bu dünyada son nefesimizi verdiğimiz gün olacak...



Bir düşünün hayata dair neler öğrenmedik ki bu güne kadar? İşte benim sayabileceğim birkaç tanesi...

- Kader sandığımız şeyin yaptığımız seçimlerden ibaret olduğunu öğrendim... Ve eğer gerçekten ve yeterince istersek kaderimizi değiştirebileceğimizi de...

- İnsanın kendisini değiştirmesi bile bu kadar zorken, karşımdakini değiştirmeye çalışmamayı, kabul edemediğim yerde çekip gitmeyi öğrendim...

- Değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmeyi öğrendim...

- Gerçek bir gelecek için geçmişi affetmeyi öğrendim...

- Aslında sadece affetmeyi öğrendim, her şeyden önce kendimi affedebilmeyi...

- İlk aşkımın aslında çocukluk aşkım olduğunu, her son sandığım aşkımın da aslında son aşkım olmadığını, insanın defalarca aşık olabileceğini öğrendim...

- Aşkın ömrünün kelebek ömrü kadar olduğunu, onun da genellikle pamuk ipliğine bağlı olduğunu öğrendim...

- Aşkın en ıstırap vereninin bile aşksız kalmaktan daha az acıttığını öğrendim...

- Hayata aşkla bakabilmeyi öğrendim...

- Birini gerçekten sevmenin onu özgür bırakmak olduğunu öğrendim...

- Kimseyi sevgiye mahkum etmemeyi öğrendim...

- Seçilmiş yalnızlığın yalnızlık olmadığını, bazen yalnızlığın ve sessizliğin en büyük lüks olabileceğini ve tadını çıkarmayı öğrendim...

- Ne kadar başarılı, zengin olursak olalım en büyük başarının kalpten sevebilmek, en büyük zenginliğin sevdiğin kadar sevilmek olduğunu öğrendim...

- Hayatta mucizelerin var olduğunu ama mucizeyi beklerken hayatı ıskalamamak gerektiğini öğrendim...

- Annemin nasihatlerinin ne kadar doğru olduğunu, gerçekten kaşların küsebileceğini ve bir tel beyaz saçı kopardığımda 10 tanesinin, diğerinin cenazesine gelebileceğini öğrendim...

- Pazartesinin rejime başlamak için doğru bir gün olmadığını öğrendim...

- İnsanın en büyük yatırımının, kendisini geliştirmek ve dost kazanmak için yaptıkları olduğunu öğrendim...

- Sağlıklı yaşamak için sağlığını kaybetmeyi beklememek gerektiğini öğrendim...

- Sürekli aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemenin delilik olduğunu öğrendim...

- Tek başarısızlığın denememek, hayal kurmamak ve cesaret etmemek olduğunu öğrendim...

- Hayatın küçük oynayamayacak kadar kısa olduğunu ve büyük hayaller kurmayı öğrendim...

- Malzemeleri ve doğru tarifi bilseniz bile başarının tek doğru teşhisinin bitmiş sonuçlar olduğunu öğrendim...

- Hayatta en önemli şeyin aile olduğunu ve bir gün daha fazla anne, baba diyebilmenin dünyalara bedel olduğunu öğrendim...

- Hayatta “keşke”lerimi “iyiki” lerle değiştirmeyi öğrendim...

- Sonunda ölüm olmadığı sürece, hiçbir şeye çok fazla üzülmemek gerektiğini, en büyük sandığımız acıların bile kalıcı olmadığını ve her şeye rağmen hayatın yaşamaya değer olduğunu öğrendim...

Peki siz hayattan neler öğrendiniz?


16 Mart 2017 Perşembe

Aklın Yolu





Bu yazının bir kopyası duvarında asılı olduğu için Kalkütalı Rahibe Teresa’ya ait olduğu söylenir. Esasen, Dr. Kent M. Keith tarafından 19 yaşındayken yazılmıştır ve ilk kez 1968 yılında Harvard Öğrenci Ajansı tarafından yayınlanmıştır.






İnsanlar çoğu kez akılsız, mantıksız ve ben merkezli davranırlar.

Sen yine de onları affet.

Eğer iyi niyetliysen, insanlar seni bencillikle ve gizli amaçlar gütmekle suçlayabilirler.

Sen yine de iyi niyetli ol.

Eğer başarılıysan sahte arkadaşlar ve gerçek düşmanlar kazanırsın.

Sen yine de başarmaya devam et.

Bugün yaptığın iyilik yarın unutulur.

Sen yine de iyilik yap.

Dürüst ve açıksözlüysen hassas olup kolay incinebilirsin.

Sen yine de dürüst ve açıksözlü ol.

En büyük adamlar ya da kadınlar, küçük beyinli küçük adamlar ya da kadınlar tarafından tuzağa düşürülebilirler.

Sen yine de büyük düşün.

İnsanlar mazlumları kayırırlar ama yüksektekileri takip ederler.

Sen yine de mazlumlar için savaş.

Senin yıllarca uğraşarak yaptığını, bir başkası bir gecede yok edebilir.

Sen yine de yapmaya devam et.

İnsanlar gerçekten yardıma ihtiyaç duyabilirler ve onlara yardım elini uzattığında avuçlarına kötülük sunabilirler.

Sen yine de insanlara yardım et.

Dünya için elinden geleni yap, belki de karşılığında seni tekmeleyenler olur.

Sen yine de dünya için elinden geleni yap.

Gördün mü, sonuçta her şey Tanrı’yla senin aranda.

Hiçbir zaman onlarla senin aranda olmamıştı zaten.

7 Mart 2017 Salı

Sahi Neden Başarısız Oluruz?










Neden başarısız oluruz? Bunu hiç düşündünüz mü? Başarısızlığın da nedenleri vardır...
Geçen gün internette gezinirken iş hayatında başarılı olamayan kişilerin yaptıkları hataları anlatan bir makaleye rastladım.. . Ve düşünmeye başladım.  

Sahi neden başarısız oluruz?








1 – Tembelsiniz

Muhtemelen tembel olduğunuzu kabul etmeniz kolay olmayacaktır. Çevrenizdeki başarılı kişileri düşünün, her başarılı kişi, şu anda bulunduğu yere gelebilmek için çok çalışmış,  elinden gelen ne varsa fazlasıyla  yapmıştır. Tembel olmak sorun değil, önemli olan bunu kabul edebilmek. Eğer tembelseniz neden zengin ve başarılı olamadığınızdan şikayet etmeyin yeter.

2 – Başarıyı Hak Sanıyorsunuz

 Dünyada sadece bir kaç kişi şanslı ve bir şeylere sahip olarak doğuyor. Peki ya geri kalanlar? Geri kalanlar yani bizler istediğimizi elde etmek için çalışmak zorundayız. Başkalarının size bir şeyler borçlu olduğunu düşünmeyin. O yüzden bir an önce çalışmaya başlayın!

3 – Korkuyorsunuz

Aptal görünmekten korkuyorsunuz. Arkadaşlarınızın ve ailenizin sizinle dalga geçeceğinden, ayıplayacağından belki de küçük göreceğinden korkuyorsunuz. Her şeyden korkuyorsunuz. Ya korkmaktan vazgeçersiniz ya da sırf korkularınız yüzünden hiç bir şey yapamazsınız. Kimse sizi durduramamalı. Bahanelerinizden ve korkularınızdan vazgeçtiğiniz zaman sizi nelerin bekleyeceğini hayal edebiliyor musunuz?

4 – Negatiflik

 Fark etmemiş olabilirsiniz fakat iletişim kurduğunuz insanlar, kimsenin başarılı olmasını istemeyen negatif kişiler olabilirler. Ya da onlar hayatı böyle negatif gördükleri ve bu sebeple de ömürlerinin sonuna kadar oldukları yerde kalacak ve başarısız olacakları için sizi de yanlarına çekmeye çalışıyor olabilirler. Onlardan hemen kurtulun! Etrafınızda, örnek alabileceğiniz, başarılı insanlar olsun!

5 – Düşünmeyi Bırakın

 Yapabilecekleriniz ve yapmanız gerekenler hakkında çok fazla düşünüyorsunuz. Gerçekten bir şey yapmak isteyenlerse harekete geçiyorlar. Analiz yapmayı bırakıp bir an önce harekete geçin! Her şey o küçücük adımla başlar...

6 – Amaçsızlık

 Hiç bir şey planlamıyorsunuz. Bir şekilde her şeyin yoluna gireceğine inanıyorsunuz. Kendi başarınızı yaratmak yerine kendinizi kaderinize teslim ediyorsunuz. Hayatta mutlaka en az bir tane amacınız olmalı yoksa hiç bir şey yapamazsınız. Hayattaki amacınızı bulun!

7 – “Onlar”

“Onlar” diye, başarınızı veya başarısızlığınızı kontrol eden gizli bir topluluk yok. Bu sizin kendinizi daha iyi hissetmek için uydurduğunuz bahaneniz. Kurban psikolojisinden bir an önce kurtulun.  Aslında tamamen yalnızsınız ve başarılarınızı ve hayatınızı kendiniz yönetiyorsunuz.

8 – "X" Faktörü Yok

Çok güzel olmadığınız için başarılı olmayı unutmanız gerekmiyor. Ya da en prestijli üniversiteden MBA almadığınız için...  X faktörüne aslında ihtiyacımız yok. Bu hayatta aptallar ve sıkıcı insanlar bile herkes gibi başarılı olabiliyorlar. Sizin sorununuzsa buna yeterince inanmıyor olmanız.

9 – Zaman Kaybı

Çok zaman kaybediyorsunuz. Her gün saatlerinizi hiç bir şey üzerine çalışmadan geçiriyorsunuz. Üretici olmayan işlerle uğraşıyorsunuz. Bazen de hiçbir şey yapmıyorsunuz. Zamanınız boşa harcayamayacak kadar kıymetli... Eğer bu yolda yürümeye devam ederseniz başarısız olmanız kaçınılmaz.

10 – Sosyal Medya Saçmalığı

Sosyal medyada çok fazla zaman harcıyorsunuz. Muhtemelen bir şeyler üretmeyi başarabildiğiniz zamanın yüzde 50’sini bile sosyal medyada geçiriyorsunuz. Kendinize engel olamadığınız için hiçbir işi bitiremiyorsunuz.

11 – Küçük Düşünüyorsunuz

Çok küçük düşünüyorsunuz. Uzun dönemi düşünmek yerine bir kaç gün ya da hafta sonra olacakları hesaplıyorsunuz. Bu nedenle hiç bir zaman, bir yere gelemiyorsunuz. Ufkunuzu açın. Büyük resmi görmeye çalışın!

12 – İstemiyorsunuz

Gerçekten başarılı olmak istemiyorsunuz. Eminim, herkes gibi siz de hayal kurmayı çok seviyorsunuz. Fakat o hayalleriniz gerçekleştiğinde  olacaklarla yüzleşmekten korkuyorsunuz. Oysa başarı değişiklik demektir ve gerçekten çok iyi hissettirir. Beyninize bu saçmalıkları son vermesi gerektiğini söyleyin! Ve artık konfor alanınızdan çıkın!

13 – İnanmıyorsunuz

Hiç bir şeyin mümkün olacağına inanmıyorsunuz. Toplum size sadece birkaç çok özel insanın istediklerini elde edebileceğini öğretti. Onların dışında herkesin sıradan hayatları olduğunu sanıyorsunuz. Eğer buna inanmak istiyorsanız devam edin! Geri kalan herkes sizin bir adım önünüzde olacak, çünkü onlar inanıyorlar!

27 Şubat 2017 Pazartesi

Her Seçim Bir Vazgeçişdir Aslında ve Kaderimiz Karar Anlarında Şekillenir...
















Hayatınızda yaptığınız seçimleri bir düşünün.... Bugün olduğunuz siz olabilmek için yaptığınız seçimleri... Bugünkü siz olabilmek için nelerden vazgeçtiniz? Eğer seçimleriniz şimdikinden farklı olsaydı, yani vazgeçtiklerinizi seçmiş olsaydınız, şimdiki siz nasıl olurdu? Hayatınız bugünden nasıl farklı olurdu? Peki seçimlerinizden pişman oldunuz mu hiç? Hiç keşke dediniz mi? Yoksa siz de iyi ki diyenlerden misiniz?

Hayatta attığımız her adımın bedelini mutlaka bir şekilde öderiz. Seçimlerimizin bedeli de vazgeçtiklerimizdir işte. Eğer bu bedeli ödemekten pişman değilsek ne mutlu bize... Ama eğer keşkeler varsa içimizde vay halimize... O keşke hep kemirir içimizi, bir de acaba vardır. Acaba, keşkenin en yakın dostudur. Keşke ... yapsaydım, acaba bugünden ne farklı olurdu? Daha mı mutlu olurdum acaba? Daha mı çok param olurdu acaba? Daha mı başarılı olurdum acaba? Daha mı çok sevilirdim acaba? ... İşte bu acabalar böyle sürer gider.


Bazı seçimlerimiz meydan okur bize, cesaretimizi test eder, hadi bakalım hazır mısın yaşayacağın zorluklara, hazır mısın düşlerine kavuşabilmek için vazgeçeceklerinle yüzleşmeye?

Belki kariyerimizi seçmişizdir, doğmamış çocuklarımızdan vazgeçerek, belki başarılı bir avukat olmayı seçmişizdir, ödüller alacak bir tiyatrocu olmaktan vazgeçerek, özgür olmayı seçmişizdir belki de bizi bizden bile çok sevecek birinden vazgeçerek, belki de gitmeyi seçmişizdir sadece kalıp sonuna kadar savaşmaktan vazgeçerek...

Bazı seçimlerse daha masumdur bizi zora sokmak değildir amaçları, akşam pizza yerine salata yemeği seçmişizdir, hafta sonu vizyondaki komedi filmi yerine korku filmine gitmeyi seçmişizdir, iş çıkışı spor salonuna gitmek yerine eve gidip televizyon karşısında tembellik yapmayı seçmişizdir ama yine de yapmış olduğumuz seçimden mutlu olmazsak küçük bir pişmanlık olur içimizde... Ve yaptığımız her seçim bir şekilde gelecekteki bizi şekillendirir...

Ben evrenin farklı boyutlarında faklı versiyonlarımız olduğunu düşünüyorum. Önümüze gelen seçenekler çoğaldıkça, versiyonlarımız da çoğalıyor bence. Günün birinde bu çeşitli versiyonlarımız yani benliklerimiz bir araya gelseler, nelerden bahsederlerdi? Birbirlerine nispet mi yaparlardı? Veya tebrik eden olur muydu aralarında birbirlerini? Bak ben beceremedim ama sen doğru yolu buldun iyi ki de riski almışsın, iyi ki benim gibi korkmamışsın...

Küçücük yaşımızdan beri seçimlerle yüzleşiriz. Okuyacağımız okulları seçeriz, okulda ki arkadaşlarımız seçeriz, sonra büyüğünce ne olacağımızı seçeriz, mesleğimizi seçeriz, kariyerimizi seçeriz, hayatı paylaşacak eşimizi seçeriz... Bazen seçtiğimizi beğenmeyiz ve bırakır başka bir şey seçeriz, bazen o kadar şanslı değilizdir ya da cesaretli, seçimimizden pişman bile olsak onunla yaşamayı seçeriz ama yine seçeriz...

Bazen sadece mutlu olmayı seçeriz. Aslında hayattaki seçimlerimizin en temel amacı da bu değil midir zaten? Mutlu olmak... Ama ne yazıktır ki hayatın karmaşası içinde unutuveririz temel amacımızı. Hepimiz, bu dünyada her ne yapıyorsak mutlu olmak için yaparız, ya da en azından yapmalıyız... Kendimiz için ilk hedefimiz bu olmalı. Her neyi seçiyorsak yaşamak için, önce bir durup düşünmeliyiz. Mutlu olacak mıyım? Çünkü hayatta yaptıklarımızdan mutlu olduğumuz sürece başarılı oluruz. En azından hiçbir pişmanlık duymayız geriye dönüp baktığımızda. “keşke” değil “iyi ki” deriz o zaman. İyi ki yapmışım… Çünkü bu dünyadan son nefesimizi verip ayrılırken, yaptıklarımızdan değil yapamadıklarımızdan pişmanlık duyacağız..


Düşünün bir kere, bugünkü siz olmak için, siz kim olmaktan vazgeçtiniz? Unutmayalım lütfen kaderimiz karar anlarında şekillenir... Hayatta "iyi ki" lerinizin "keşke" lerinizden fazla olması dileğiyle...

Sevgiyle kalın

24 Şubat 2017 Cuma

Çünkü Hayat Hergün Yeniden Başlar...


Eğer şu anda bu yazıyı okuyorsanız, yani hayattaysanız, inanın bana daha en güzel günlerinizi yaşamamışsınız demektir...Bu ne kadar heyecan verici bir düşünce aslında, evet bugün hala nefes alıyorsanız, demek ki hayattaki misyonunuzu daha tamamlamamışsınız. Kim bilir daha ne sürprizler çıkacak karşınıza, kim bilir daha ne güzelliklerle karşılaşacaksınız, ne kahkahalar atacak, daha ne başarılara imza atacaksınız... Bu günün geri kalan yaşamınızın ilk günü olduğunu varsayın ve kendiniz için iyi bir şeyler yapmaya bugün başlayın.


Sağlıklı beslenip, artık size yük gelmeye başlayan ve aynalarla aranıza giren fazla kilolarınızdan kurtulmak mı istiyorsunuz mesela? O zaman yarın değil “şimdi” kalkın yerinizden ve sizi sürekli kışkırtan, aklınızı çelmeye çalışan, evdeki tüm abur cuburu çöpe atın ve hemen markete koşup sağlıklı besinlerle doldurun alışveriş sepetinizi. Eve döndüğünüzde de kendinize şöyle güzel bir salata yapın akşam için. Alacağınız keyfi anlatamam...

Belki de artık sigarayı bırakmak istiyorsunuz ama sürekli bir bahaneniz var... hele bir şu işler yoluna girsin, hele bir şu sıkıntılı günler geçsin, hele bir kilo vereyim... hayır, “şimdi” söndürün elinizdeki o sigarayı ve paketi de atın çöpe, kalkın bir elma alın elinize yanına da güzel bir yeşil çay, değmeyin keyfinize...


Kendi kendinize söz verdiniz, ay başı bir spor salonuna yazılacaksınız, sağlıklı olmak için neden o kadar bekleyesiniz, neden o kadar zaman kaybedesiniz ki hatta bu yazıyı okumakla bile zaman kaybetmeyin, “şimdi” çıkın dışarı, sahilde uzun bir yürüyüş yapın. Yağmur yağıyor olsa bile boş verin eve dönüp sıcak bir banyo yaptığınızda ıslanmış olmak bile hoşunuza gidecek. Hatta günlerdir vakitsizlikten bir türlü görüşemediğiniz arkadaşınızı arayın, hem beraber kaliteli zaman geçirmenin keyfini paylaşmış olursunuz hem de günlerdir ertelediğiniz o uzun sohbet için zaman yaratmış... hem bedeninizi hem ruhunuzu beslemiş olursunuz böylece.

Hadi lütfen kalkın o kanepeden artık... Kendiniz için iyi bir şeyler yapmayı daha fazla ertelemeyin. Çünkü bunun için “şimdi” den daha doğru bir zaman olmayacak.

Yarının hiç birimiz için garantisi yok hatta belki bir saat sonrasının bile. Ancak “şimdi” için garanti verebilirim size. İnanın bana “şimdi”nin gücünü hissettiğinizde ondan bir daha vazgeçemeyeceksiniz. Ve yaşayacağınız mucizelere siz bile inanamayacaksınız.

"Şimdi” alın telefonu elinize ve “şimdi” seni seviyorum, özledim deyin sevdiklerinize belki yarın fırsatınız olmaz...

Hayatta geçmişe bakarak ders alır, geleceğe bakarak planlar yaparız ama yaşamın hakkını vermek, hayattan keyif almak için “şimdi ”den daha iyi bir zaman olabilir mi?


Her zaman geleceğe yönelik hayallerimiz, hedeflerimiz olmalı, hiçbir zaman geçmişimizi unutmamalıyız. Onlar bugün bizi biz yapan yaşanmışlıklarımızdır ve paha biçilemezler. Ama “şimdi” yi de unutmayalım ne olur. “Şimdi” atalım ilk adımlarımızı gelecek için... “Şimdi” harekete geçmezsek, aklımızdan geçenler hep birer hayal olarak kalacaklar, hayallerimizi geleceğimize mahkûm etmeyelim. Onlara “şimdi” sahip olmak için bir şeyler yapalım. “Şimdi” varken neden yarın olsun ki zaten? Sizce gerçekten o kadar lüksünüz var mı zamanı bu kadar fütursuzca harcamak için?


Bazen de hayatın bize kötü sürprizleri de olacak, hayatı yakalamaya çalışırken, “şimdi”yi ıskalayacağız. O zaman da hiç üzülmeyelim çünkü hayat her gün yeniden başlar...

Ve unutmayın lütfen, eğer bugün, “şimdi” hala hayattaysanız daha en güzel günlerinizi yaşamadınız demektir..

Sevgiyle
.

20 Şubat 2017 Pazartesi

Basit yaşayacaksın... Hayatı sadeleştirmek adına...

 
Bir koşuşturmaca içinde yaşıyoruz, sürekli yetişmemiz gereken bir yer, yetiştirmemiz gereken bir iş, yetmemiz gereken birileri arasında bir kaosa dönüşüyor hayatımız...
 
Bu karmaşa içinde her şeye yetişmeyim derken hiçbir şeye yetişemiyoruz. Önce sağlığımızdan oluyoruz, sonra doktorlar terapistler arası mekik dokuyup iyileşmeye çalışıyoruz. Yani önce kendimize hayatı zehir ediyoruz, sonrada ruhumuzu beslemek adına yoga, meditasyon yapıyoruz...
 
Basit yaşamayı beceremiyoruz bir türlü. İş yerimizde ki masamızı işgal eden gerekli gereksiz evrak kirliliği, son teknoloji cep telefonu ve laptoplarımız, son moda kıyafetlerle dolup taşan dolaplarımız, sayısını ancak öderken hatırlayabildiğimiz kredi kartları, daha iyi araba, daha büyük ev...
 
İlişkilerimizi bile sade yaşayamaz olduk. 2 kişi yetmiyor artık bir aşkı yaşamaya hep bir 3. dahil etmeye çalışıyoruz. Ne kazandığımız parayla tatmin oluyoruz ne de o paranın satın aldıklarıyla...Gün geçtikçe sadelikten uzaklaşıyoruz. Elimizdeki imkanlar çoğaldıkça doyumsuzlaşıyoruz. Manevi olarak açlığa mahkum ettiğimiz ruhumuzu, maddiyatla tatmin etmeye çalışıyoruz. 
 
Ne zamandan beri bir aşk yetmiyor bize? Ne zaman unuttuk azın aslında daha çok olduğunu ve hayatta güzelliklerin paylaşarak çoğaldığını?
 
Basit yaşayalım arkadaşlar hayatı...sanki bir gün ceketimizi alıp gidebilecek kadar basit... Bağımlı olmayalım hiçbir şeye körü körüne, bağımlılıklarımızın ve sahip olduklarımızın esiri olmayalım... Okumaya, dinlemeye, izlemeye, paylaşmaya, yanında olmaya, uğruna para, zaman ve enerji harcamaya değecek şeyleri hayatımızda yanımızda tutalım gerisini koyuverelim gitsin...
 
Çünkü, hayatı ne kadar sade yaşarsan,
 
  • Bir şeylerin ters gitme olasılığı da o kadar az olur ve bir şeyler ters gittiğinde onarması da bir o kadar kolay olur.
  • Çözülmesi gereken sorunlar o kadar az olur.
  • Hayatın o kadar sana ait olur ve onu kendi istediğin gibi yönlendirmek ve yönetmek için o kadar az enerji harcarsın.
  • Sevdiklerinle geçirecek ve sevdiğin şeyleri yapacak o kadar fazla vaktin olur.  
  • Hayatın o kadar fazla sakinlik, huzur ve dengeyle dolar.
  • Maddi ve manevi o kadar az bedel ödersin.
  • Gerilim o kadar az olur.
  • Gerçek huzur ve mutluluğu yakalama şansın o kadar büyük olur.
  • Yeni fırsatlar için hayatında o kadar fazla yer olur.
Peki hayatı sadeleştirmek için neler yapacağız? Bu kadar basit olabilir mi basit yaşamak?
 
İşte hayatı sadeleştirmenin için birkaç ufak tavsiye:
 
  • Hayattaki kararlarını verirken sana keyif veren ve mutlu eden şeyleri temel al.
  • Düşündüğün kadar önemli değilsin. Kabul et. (İşler sen olmadan da yürüyecektir... her yere ve herkese yetişmek zorunda değilsin)
  • İstemediğin ve sevmediğin şeyleri mecburiyetten yapmaktan vazgeç. Gerektiğinde hayır demeyi öğren.  
  • Olabilecek her yerde en basit seçeneği seç.
  • Gerçekten ihtiyacın olmayan hiçbir şey alma. Daha önce almış olduğun ve hayatında fazlalık olan ne varsa ihtiyacı olanlarla paylaş, unutma hayat paylaştıkça çoğalır...
  • Bir tanesi haricinde diğer tüm kredi kartlarınızı iptal et.
  • Okurken de seçici ol ve müzik dinlerken de ve bir şeyler izlerken hatta sosyal medyayı takip ederken de... Bilgi kirliliği de seni yorar...
  • Ve hemen şimdi harekete geç! Bilmek kadar bildiklerini uygulayabilmenin önemini unutma ve hayallerin için adım atmakta önündeki en büyük engel sensin...

Ne zaman hayatı sadeleştirmek dense Nazım Hikmet’in bu şiiri gelir aklıma, Basit yaşamaya dair...
 
  
Basit yaşayacaksın. Basit.
Mesela susayınca su içecek kadar basit... Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.
Tek düğmesi olacak elindeki cihazın; tek bir düğme, tek bir cümle gibi...
Sevince lafı dolandırmadan söylediğin "seni seviyorum" gibi.
Basit bir öpücük yetecek sana...
Basit, sıcak bir öpücük;
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını, öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.
Kabak çekirdeği verecek sana rakamların veremediği mutluluğu.
El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak en değerli kağıdın -hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.
İki harekette giyiniverecek, iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman ve yola çıkman arasında geçen süre;
Kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.
Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını, bakışların bile anlatabilecek kendini.
Beklentilerin de basit olacak:
Kaf Dağı'nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını, ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz aşk romanını.
Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
Bir kaşarlı tost olacak aradığın nasıl oturacağını bilemediğin sofrada, parmakların en kıymetli çatalın. 
"Bilmiyorum" diyebileceksin bilmediğinde ve çok normal olacak 'onu da' bilemeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek, bir "istemiyorum" diyebilmeye,
Saatin, sadece saati gösterecek,
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,
Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit...


Sevgiyle...

S.
 
 

14 Şubat 2017 Salı

Başlarken


Hani her yıl başında yeni kararlar alırız, ecnebilerin "New Year's Resolutions" dedikleri. Hiç biride yeni değildir aslında geçen senelerde yapamadığımız ama hep sırtımızda bir yük gibi taşıdığımız ama illa her sene başı uzun uzun listeler yaptığımız kararlar... Sonra tarih olur 28 Aralık yılın bitmesine 3 gün kalmış bir bakmışız ki listede üstü çizilmiş tek kalem yok... Hooop yine yeni hiç tamamlanmayacak listeler hazırlarız... Açıkçası bu güne kadar ben ne hakkında plan yapsam kafama yıkıldı. Hani derler ya sen plan yaparsın Tanrı güler benimki de hep o hesap...

İşte bu sene benim tek yeni yıl kararım. "Yeni Yıl Kararları"almamak ve uzun listelerden uzak durmak.. Uzun yapılacaklar listesi gerginliğinden kaskatı kesilip kımıldayamamaktansa biraz geldiği gibi yaşamak... Hayata ve benim için hazırladıklarına güvenmek... ve harekete geçmek.

Uzun zamandır hep ağzımda olan ama tabi ki bin bir bahaneyle ertelediğim (bkz 2011 kararları) blog açma hayalim için harekete geçmek bunların başındaydı. Bu sefer yeni yıl kararım yoktu ama harika bir itici gücüm vardı. Fikirlerine önem verdiğim, dönem dönem uzun sohbetlerin bir yerinde yazdıklarımdan bahsettiğim değerli bir arkadaşımın, kelimenin tam anlamıyla ittirmesiyle atabildim bu adımı. Oturdu, kaba taslak, hiç detaylarda kaybolmadan blog'u oluşturdu ve yaz dedi, her hafta tek bir şey yaz, sadece yaz ve paylaş. Şimdi onun sayesinde ben bugün ilk yazımı paylaşıyorum...

Bu da öncesinde bir meramımı anlatma çabası.

Kendimi sorguladığım, ziyadesiyle cezalandırdığım zamanlar çok olur benim. Hayatta yapamadıklarım, ertelediklerim için çok cezalandırırım kendimi, ama şimdi binlerce kere şükrediyorum yapamadıklarım var ama hala bana inanan dostlarım da var. Öyle dostlar ki en beklemediğim ama bir o kadar da ihtiyaç duyduğum zamanlarda hep yanımda oluyorlar... İyi ki varlar, iyi ki hayatın bir yerinde birbirimize dokunmuşuz... Her şeyden önce onlara binlerce kez teşekkür ederim.

Gel gelelim bu blog ne anlatacak? Belli başlı bir konusu yok, ismi gibi hayata dair aklıma gelen ve yazmak istediğim ne varsa o. Bazen sadece paylaşmak için, bazen içimi kavuran düşünceler beni hasta etmeden içimi dökmek için. İleride nereye gider? Neye dönüşür? Bilmiyorum... Onu da zaman gösterecek. Şimdilik meçhulün keyfini çıkarıyorum. Olurda bu blog bir şekilde karşınıza çıkar, sizde vakit ayırıp okursanız ne ala... yorumlarınız, düşüncelerinizle hayata dair ne varsa paylaşmış oluruz. Olmazsa da canınız sağ olsun ben yazmaya devam edeceğim... Çünkü hayata dair söyleyecek bir kaç sözüm var...

S.


13 Şubat 2017 Pazartesi

Kaybetmek de güzeldir bazen...




Kaybetmek... Kaybetmek kelimesi bizi hep korkutmuştur, tahammül edemeyiz bu kelimeyi duymaya, kabullenemeyiz bir türlü kaybeden olmayı. Utanırız, kimseler bilsin istemeyiz kaybettiğimizi, güçsüz hissederiz kendimizi, sinirleniriz, dünyaya lanet okuruz. Eğer biz kaybetmişsek mutlaka birileri yüzündendir, mutlaka bir haksızlığa uğramışızdır... hiçbir şey değilse kara bahtımız kör talihimizdir... Kızarız, isyan ederiz makus kaderimize...

Oysa kaybetmek de kazanmak kadar basit bir kelimedir. Yalnız başınayken hiçbir tehlike arz etmez. Cümle içinde kullanıldığında yani kendisine bir anlam yüklendiğinde anlaşılır kudreti... Yani kaybetmek değil de neyi? ne için? kaybettiğimizle doğru orantılıdır kelimenin ağırlığı...

Aslında bir suçu da yoktur kaybetmenin ama yazık ki o da talihsizdir işte. Hep kazanmak durur karşısında... Ve kazanmanın tuzu kurudur. Cümle içinde kullanılmaya bile ihtiyacı yoktur, vakur bir duruşu doğuştan bir asaleti vardır. Öylece bir başına durduğunda bile arzulanan olmuştur hep. Doğuştan şanslı sayılanlardandır. Kazanmak hırslıdır, başarmanın haklı gururuyla dimdik durur. Dudaklarında hep bir alaycı tebessümle, yukarıdan bakar dünyaya...

Yüzyıllardır bu hep böyle süregelmiştir... Kaybetmenin boynu bükük kalmıştır kazanmanın karşısında. Oysa kazanmak kadar kaybetmek de güzeldir. Çünkü kaybetmenin içinde kazanmak da vardır... Önemli olan neyin, kimin uğruna kaybedildiğidir.

Her zaman üzmez bizi kaybetmek, oyuncu bir çocuk gibidir...Önce en sevdiğimiz bileziğimizi kaybederiz, tam ümidi keseriz, yıkanmış pantolonumuzun cebinden çıkar havalara uçarız.

Mesela fazla kilolarımızı kaybettiğimizde seviniriz. Hiç utanç duymayız hatta gururla ilan ederiz kaybettiğimizi. Çünkü karşılığında kendimizi sevmeyi hatırlamış, özgüvenimizi kazanmışızdır...

Bazen kumarda kaybederiz hemen avutur bizi kaybetmek, olsun be der aşkta kazanırsın. Tersi olursa yani aşksa kaybettiğimiz, hemen bir piyango bileti aldırır bize, nasıl olsa kesin şansımız dönmüştür. Umut olur bize kaybetmek... Umut kazanırız...

Bazen de bile bile kaybederiz mesela, hoşlandığımız biriyle iddiaya tutuşuruz, kaybedersen beni yemeğe çıkaracaksın der, işte o zaman can atarız kaybetmeye, ilk randevuyu kazanmışızdır nasıl olsa... Bazen babamızı üzmemek için, tavlada o son kapıyı kapamayıp kaybederiz, sırf onun tavlayı koltuğumuzun altına keyifle sıkıştırırken ki yüz ifadesini kazanabilmek uğruna... Çocuğumuz eve kadar koşarak yarışmayı teklif ettiğinde gönüllü kaybedenizdir her seferinde, karşılığında onun zafer kahkahalarını kazanmak paha biçilemezdir bizim için.

Bazen de acı bir öğretmen olur kaybetmek ama kötü niyetli değildir. Sadece hayattan, yaşadıklarımızdan ders almayı öğretmeye çalışır. Elindekinin kıymetini bilmeyi, sahip olduklarına şükretmeyi, hayatı ertelememeyi öğretir, bilip de bilmezden gelmeye çalıştıklarımızı hatırlatır.

Sevdiklerimizi kaybederiz, hayatta aslında tek başımıza olduğumuzu hatırlarız Her ömrüm kısa olduğunu, hiçbir şeye gereğinden fazla üzülmemek gerektiğini, hayatı hakkını vererek, ve tam da bu anda yaşamak gerektiğini hatırlarız. Bugün buradasın yarın belki... zamanının kıymetini bil sevdiklerine zaman ayır çünkü yarın çok geç olabilir der kaybetmek bize... İşimizi kaybederiz, hayata küseriz, oysa kaybetmek hemen fısıldar kulağımıza işte sana fırsat, hani hep daha iyi bir iş istemiştin ya, yeteneklerini kullanacağın, keyif alarak yapacağın, hayallerini gerçekleştirebileceğin...şimdi ayağa kalk ve yeniden başla, üzülme şimdi hayallerini kazanma zamanı...

Yıllardır bir küs bir barışık giden ilişkimiz bir gün bitiverir, ayrılmak isteyip de alışkanlıktan, belki de sırf yalnız kalma korkusundan idare ettiğimiz, seviyorum diye kendimizi kandırıp aslında içten içe ayrılmayı düşündüğümüz sevgilimiz bizi terk etmiştir. Kaybetmek yine oradadır saçımızı okşar neden ağlıyorsun der hadi gel önce iki kadeh atalım, sen değil miydin mutlu değilim aşk istiyorum diyen, işte sana bir şans, aşık ol, olamasan da bu sefer en azından mutlu ol!

Kaybetmek iyi bir dosttur aslında, genellikle de dost acı söyler... Kaybettiklerimize üzülmeden önce oturup bir düşünelim, yeter ki kaybettiklerimiz onurumuz, kişiliğimiz, hayallerimiz olmasın...

Sevgiyle...